Ahşap bende huzur uyandırıyor hep.
Fotoğraf ve resmin savaşı gibi hani ahşabın betona ve metale olan direnci. Dünyanın metalleştiği ve betonlaştığı bir yerde ahşabın dokusunu ve kokusunu duyumsamak şahane güzel bir his.
Bir gezintide çekmiş olduğum ahşap evli fotoğraflara bakmak bile garip, anlaşılmaz bir huzur veriyor bana.
" Cennete
duyulan özlem insanın insan olmamaya duyduğu özlemdir."
demiş Milan Kundera, işte ahşapta daha insanca bir özlem bendeki haliyle.
Umutla eş anlamlı bendeki sözlükte ahşap. Yaşamın insanın doğallığın olduğuna dair..
Ve bir alıntıcıkla bitirelim :)
(...) Ne olursa olsun, her şeyin anlamsız olduğu, her şeyden umut kesmek
gerektiği düşüncesiyle nasıl kalır insan?.. Her şeyin anlamsız olduğunu
söylediğimiz anda bile anlamlı bir şey söylemiş oluruz. Dünyanın hiçbir anlamı
yoktur demek, her çeşit değer yargısını ortadan kaldırmak olur. Ama, yaşamak ve
örneğin, yiyip içmek kendiliğinden bir değer yargısıdır. Ölmeye yanaşmadığı
sürece, insan yaşamayı seçiyor demektir. O zaman da, görece de olsa, yaşamaya
bir değer veriyoruz demektir. Umutsuz bir edebiyat ne demek olabilir? Umutsuzluk
susar. Kaldı ki susmak bile, eğer gözler konuşuyorsa bir bir anlam taşır. Gerçek
umutsuzluk can çekişme, mezar ya da uçurumdur. Umutsuzluk konuştu mu, hele yazdı
mı, hemen bir kardeş el uzanır sana, ağaç anlam kazanır, sevgi doğar. Umutsuz
edebiyat sözü birbirini tutmayan iki sözdür. Çünkü edebiyat olan her yerde umut
vardır. (Vedat Günyol'un önsözde yer verdiği Camus'dan bir alıntı.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hadi paylaş fikirlerini benimle :)