"Kadın'ı en iyi Kadın tanır.
Kadın'ı en iyi Kadın anlatır..."
İşte kitaptan bir kaç alıntı.
"Paylaşılacak sevginin kalmadığı yerde, konuşulacak şeyler de sınırlıdır"
"Susmak çürütülmesi en güç savunmadır"
" İnsanların söyleyemedikleri bazı sözlerin içinde, söylediklerinden daha çok gerçek vardır"
"Ağlamak ruh ve bedenin, yolunda gitmeyene verdikleri ortak tepkidir"
"Ruhun üşümesi durmadıkça ne yapsan ısınamazsın"
Ve kitapdaki "akrep" öyküsü en sevdiğim öyküydü.
"İki adımda Zeyno'ya ulaştı; tutmasa aşağıdaki evin damına düşecekti Zeyno... Parmağını dudaklarına götürüp "Sus!" dedi.
Geri döndü, usul adımlarla damın karşı tarafına geçti. Kerpiç duvara dayalı tahta tokmağı kavradığı gibi tüm gücüyle onun üzerine indiriverdi.Ardı ardına; bir daha, bir daha...
Sımsıkı yummuştu gözlerini Zeyno. İlkin sert kitin tabakasının ezilme sesini duydu; ardından daha yumuşak daha iç bunaltıcı o etsi sesi..."
23 Aralık 2012 Pazar
16 Aralık 2012 Pazar
2 Aralık 2012 Pazar
21 Kasım 2012 Çarşamba
K/adın
Ne isterdi bir kadın hayattan? Ya da bir erkek?
Eski bir film gibi bu soru, siyah beyaz, sessiz, kelimesiz.
İnsan, kadın ya da erkek hiç fark etmez, yalnızca anlaşılmak ister.Budur onca karmaşık gibi görünen kadının dahi hayattan tek isteği.Lisanınızın aynı olmasına da gerek yok sadece anlamak ister bakışlarla dinlenmek, bir insanı üzerindeki yalnızlık zırhını çıkarmaya ikna edebilir.
Önceleri, çok önceleri, hayat tecrübem bugünkünün çok daha azıyken, o zamanlar farklı düşünürdüm. İnsanları kendimce gruplandırır, bazılarını kendi yanlışlarıyla asar, keser, bağışlanılmaz olarak görürdüm.
Oysa şimdi ne çok değişti düşüncem, hayatın yalnızca gün ışığı giren bir ev olmadığını öğrendim. Hayatta bodrum katlarıda vardı, gün ışığı girmeyen bol bol yağmur sızan evler.
Bir kadının en kırılgan anı diye birşey yok. Kadınlar doğuştan yatkın kırılganlığa. Tek bir söz, tek bir cümle belki tek bir bakış kafi, sonsuz bir kırgınlığa.
Kırgınlıklar sanki hiç yok olmuyor kimin olduğu bilinmeyen büyük bir sandıkta sizin adınıza birikitiriliyor, birikenler ağırlaşıp, grileşiyor.
.
Ve o kasvetli grilik kendi yollarını tıkıyıp, başka, ağrılı, kanamalı yolların kapılarını aralıyor.
Niye hayatta insan en çok sevdiklerini acıtıyor?
Sümeyye.
http://fizy.com/#s/3bofi5
Eski bir film gibi bu soru, siyah beyaz, sessiz, kelimesiz.
İnsan, kadın ya da erkek hiç fark etmez, yalnızca anlaşılmak ister.Budur onca karmaşık gibi görünen kadının dahi hayattan tek isteği.Lisanınızın aynı olmasına da gerek yok sadece anlamak ister bakışlarla dinlenmek, bir insanı üzerindeki yalnızlık zırhını çıkarmaya ikna edebilir.
Önceleri, çok önceleri, hayat tecrübem bugünkünün çok daha azıyken, o zamanlar farklı düşünürdüm. İnsanları kendimce gruplandırır, bazılarını kendi yanlışlarıyla asar, keser, bağışlanılmaz olarak görürdüm.
Oysa şimdi ne çok değişti düşüncem, hayatın yalnızca gün ışığı giren bir ev olmadığını öğrendim. Hayatta bodrum katlarıda vardı, gün ışığı girmeyen bol bol yağmur sızan evler.
Bir kadının en kırılgan anı diye birşey yok. Kadınlar doğuştan yatkın kırılganlığa. Tek bir söz, tek bir cümle belki tek bir bakış kafi, sonsuz bir kırgınlığa.
Kırgınlıklar sanki hiç yok olmuyor kimin olduğu bilinmeyen büyük bir sandıkta sizin adınıza birikitiriliyor, birikenler ağırlaşıp, grileşiyor.
.
Ve o kasvetli grilik kendi yollarını tıkıyıp, başka, ağrılı, kanamalı yolların kapılarını aralıyor.
Niye hayatta insan en çok sevdiklerini acıtıyor?
Sümeyye.
http://fizy.com/#s/3bofi5
14 Kasım 2012 Çarşamba
"..."

“Kendimi hiçbir zaman ikinci dereceden bir role yakıştıramazdım. Bunun içindir ki gerçek yaşamda en alt kademede olmaya başkaldırmadan katlanabiliyordum. Ya kahraman olacaktım ya da çamurlarda; bu ikisinin ortası yoktu benim için ve beni mahveden de buydu.”
http://fizy.com/#s/13ih05
13 Kasım 2012 Salı
7 Kasım 2012 Çarşamba
"..."
"Önce söz vardı. İnsanı insan yapan söz. Sonra yazı geldi. Uygarlığı uygarlık yapan yazı.Yazı kuşaklar arası etkileşimi artırdı.İnsanoğlu denenmişi denemekten kurtuldu.Kendi ekseni etrafında giderek büyüyen bir nitelik kazandı.Söz uçtu, yazı kaldı"
2 Ekim 2012 Salı
Huzn tulül ömr
“El-farah seb’ate eyyem vel huzn tulül ömr” Dedi yaşlı bir
kadın kendine.
(sevinç yedi gün sürer, hüzün bir ömür boyu)
Kırgınlıklarımızı nereye atacağımızı bilemiyoruz. İnsan
doğuştan hüzne yetenekli, neşeye zayıf. Bazen öfkeye bulanmış bir hüzn, bazen
kimsesiz, garip bir hüzn, bazen güze dolanmış sarı bir hüzn, ama değişmeyen
demir gibi soğuk ve sağlam bir hüzn.
Dünyanın çatısı olan göğün atına sığmayan koca koca
hüzünler. Ama biz bu yaralayan hüznümüzü, yavru kimsesiz bir kediyi sever gibi, eksik gedik bir sevgiyle
seviyoruz. Öyle ki dost… Bizi bu hüzünden ayırırsan bizde bir şey kalmaz. Biz
hüznümüzle var oluyoruyuz.
28 Eylül 2012 Cuma
Edebiyat varsa...
Ahşap bende huzur uyandırıyor hep.
Fotoğraf ve resmin savaşı gibi hani ahşabın betona ve metale olan direnci. Dünyanın metalleştiği ve betonlaştığı bir yerde ahşabın dokusunu ve kokusunu duyumsamak şahane güzel bir his.
Bir gezintide çekmiş olduğum ahşap evli fotoğraflara bakmak bile garip, anlaşılmaz bir huzur veriyor bana.
Umutla eş anlamlı bendeki sözlükte ahşap. Yaşamın insanın doğallığın olduğuna dair..
Ve bir alıntıcıkla bitirelim :)
(...) Ne olursa olsun, her şeyin anlamsız olduğu, her şeyden umut kesmek
gerektiği düşüncesiyle nasıl kalır insan?.. Her şeyin anlamsız olduğunu
söylediğimiz anda bile anlamlı bir şey söylemiş oluruz. Dünyanın hiçbir anlamı
yoktur demek, her çeşit değer yargısını ortadan kaldırmak olur. Ama, yaşamak ve
örneğin, yiyip içmek kendiliğinden bir değer yargısıdır. Ölmeye yanaşmadığı
sürece, insan yaşamayı seçiyor demektir. O zaman da, görece de olsa, yaşamaya
bir değer veriyoruz demektir. Umutsuz bir edebiyat ne demek olabilir? Umutsuzluk
susar. Kaldı ki susmak bile, eğer gözler konuşuyorsa bir bir anlam taşır. Gerçek
umutsuzluk can çekişme, mezar ya da uçurumdur. Umutsuzluk konuştu mu, hele yazdı
mı, hemen bir kardeş el uzanır sana, ağaç anlam kazanır, sevgi doğar. Umutsuz
edebiyat sözü birbirini tutmayan iki sözdür. Çünkü edebiyat olan her yerde umut
vardır. (Vedat Günyol'un önsözde yer verdiği Camus'dan bir alıntı.)
Fotoğraf ve resmin savaşı gibi hani ahşabın betona ve metale olan direnci. Dünyanın metalleştiği ve betonlaştığı bir yerde ahşabın dokusunu ve kokusunu duyumsamak şahane güzel bir his.
Bir gezintide çekmiş olduğum ahşap evli fotoğraflara bakmak bile garip, anlaşılmaz bir huzur veriyor bana.
" Cennete
duyulan özlem insanın insan olmamaya duyduğu özlemdir."
demiş Milan Kundera, işte ahşapta daha insanca bir özlem bendeki haliyle.Umutla eş anlamlı bendeki sözlükte ahşap. Yaşamın insanın doğallığın olduğuna dair..
Ve bir alıntıcıkla bitirelim :)

26 Eylül 2012 Çarşamba
Tutsak

Koskoca bir Rus Edebiyatının miladıdır Puşkin. Ve işte parmaklıkların altına konup kalkan bir kartalı ve onunla ruhunun özgürlüğü arasında kurduğu benzerliği anlatan şiiri "Tutsak"
Tutsak
Zindandayım,nemli bir karanlıkta.
Beslediğim genç kartal,avluda,
Altında parmaklıkların çırpıyor kanatlarını
Gagalarken kanlı bir yiyecek parçasını,
Gagalıyor ve fırlatıyor,gözleri pencerede,
Sanki aynı arzuyu taşıyor benimle.
Bakışı ve çığlığıyla diyor ki tutsaklık yoldaşım:
''Vakit geldiartık,uçalım dostum,uçalım!
Bizler özgür kuşlarız,hadi davran!
O beyaz dağa doğru,daha öteye bulutlardan,
Denizin gökyüzüyle buluştuğu maviliklere,
Sadece benim ve rüzgarın ve gidebildiği o yerlere...''
A.Sergeyeviç Puşkin
25 Eylül 2012 Salı
Bir Tek
Gönülsüz, yüreksiz söylenen her söz, tatsız, yavan ve uzak.
Dostum, hiçbir dostu kaşından gözünden ötürü seçmedik.
Birini seçtiysek eğer onda kendimizi gördüğümüz için. Ruhunun
yakınlığı, kalbinin aydınlığı için. Nakit
dostlukların, planlı ve karşılıklı anların canı cehenneme. Verdiğini devamlı
aldığıyla tartanlar, siz evet, siz, bizden uzak durun olur mu? O değil de,en çok neye üzülüyorum biliyor musun? Fazlaca beklentileri için karşısındakini yargılayanlara. Birini seviyorsanız şayet onun yaptıklarınızı da seversiniz, ya da sevmelisiniz. Yok yaptıklarınız gözünüze batıyorsa sevginizi yoklayın ciddiyetle, emin olun ki bulamayacaksınız yerinde.
Ah dostum… Bakma durmadan saate baktığıma, karşında bir müsrif duruyor. Doğduğu saatten geri sayımının başladığını gördüğü bildiği halde bir zaman müsrifi…
Oysa dünya eskiyor, savurganca kullanılmış zamanla. Görünür olan her şey yitiyor zamanla.
Bir tek Eylül akşamların büyüsü dışında.
Sümeyye Günaydın
http://fizy.com/#s/1ah048
28 Temmuz 2012 Cumartesi
Sonsuzluk Gıdası
Ramazan-ı Şerif
On bir aynın sultanı Ramazan geldi, hatta bir haftası geride
bile kaldı. Ramazan ayı bir dönem daha sıcak yaz aylarına gelecek bu malum. Ama
bu bile Ramazan’ın o güzel maneviyatını gölgeleyemiyor bizler için. Süreli bir
yokluk anında, süresiz yokluklar çekenlerin hislerine misafir oluyoruz. Bunu
başka hiçbir anda yaşayıp anlayamayız.
Ramazanı tarif edecek en güzel kelime “sabır” olsa gerek. Bize sabretmeyi öğretebilecek
tek şeydir “oruç”. Kimileri varsın bizleri eski bir dinin, ağzı kokan bir avuç açları olarak görsün, biz
oruç tutanlar bunun hangi anlamlara geldiğini pekiyi biliriz. Biz bir tek kendi
nefsimizi düşman bilir, onu eğitmeye, onun elinde oyuncak olmamaya çalışırız, işte
oruçla gelen bütün çaba bunun içindir.
Biz oruçta sadece yediğimiz, içtiğimizin kıymetini değil,
zamanın da dakika dakika kıymetini anlarız.
İmsakla gelen bir günün nasıl göz açıp kapayıncaya kadar
akşam ezanıyla son bulduğunu görürüz. Hem Ramazan ayındaki her şeyin ayrı bir
tadı ayrı bir güzelliği vardır. Siz Ramazan pidesinin o şahane lezzetini sadece
iftar anında gerçekten hissedebilirsiniz. Suyun ne büyük, ne hayatı bir nimet
olduğunu yine Ramazanda fark edebilirsiniz.
Hz Lokman fikre, hikmete, ibadete dair reçeteyi şu sözde
vermiştir:
“Miden doyunca, fikrin uykuya dalar, hikmet susar, azalar
ibadetten geri kalır”
Mademki öyle işte oruç insanı daldığı uykulardan uyarmak, battığı
kuyularda çıkarmak içindir.
Sonra Mevlana hazretleri ise “ İnsanın asıl gıdası Allah’ın
nurudur ona aşırı ten gıdası vermek layık değildir. İnsanın asıl gıdası, ilahi
aşk ve ilahi akıldır” demiştir.
Sahiden de öyle değil midir? İnsan yedikçe yemek ister
doymak bilmez hiç. Oysa sonsuzluk gıdasının yanında, yeryüzü gıdasının lafı
olur mu hiç?
Olmaz elbet.
Bunun için inşallah bizler sonsuzluk gıdasını seçenlerden oluruz
sadece şu bir ay Ramazanda değil her ay, her gün, her saniyede.
Sümeyye
27 Temmuz 2012 Cuma
Akşam
BİR GÜNÜN SONUNDA ARZU
Yorgun gözümün halkalarında
Güller gibi fecr oldu nümâyân,
Güller gibi... sonsuz iri güller,
Güller ki kamıştan daha nâlân,
Gün doğdu yazık arkalarında!
Altın kulelerden yine kuşlar
Tekrârını ömrün eder i'lân,
Kuşlar mıdır onlar ki her akşam
Alemlerimizden sefer eyler?..
Akşam, yine akşam, yine akşam,
Bir sırma kemerdir suya baksam,
Akşam, yine akşam, yine akşam,
Göllerde bu dem bir kamış olsam!
Ahmet Haşim.
Yorgun gözümün halkalarında
Güller gibi fecr oldu nümâyân,
Güller gibi... sonsuz iri güller,
Güller ki kamıştan daha nâlân,
Gün doğdu yazık arkalarında!
Altın kulelerden yine kuşlar
Tekrârını ömrün eder i'lân,
Kuşlar mıdır onlar ki her akşam
Alemlerimizden sefer eyler?..
Akşam, yine akşam, yine akşam,
Bir sırma kemerdir suya baksam,
Akşam, yine akşam, yine akşam,
Göllerde bu dem bir kamış olsam!
Ahmet Haşim.
20 Temmuz 2012 Cuma
Çöl Şafağı Yankısı
Bazen bir adımla bütün hayatımız baştan yazılır. Her şey
büyük bir kandırmacadır. O birlikte yürüdüğümüz görünmez koltuk değneklerinin
kaybolmasıyla, aslında yürüyor sandığımız ayaklarımız birbirine dolanıp düşürür
bizi. İnsan en çok güçsüzken etrafına bakınır, en çok karanlık bir gecede
yıldızların varlığı ya da yokluğu önem kazanır.
İşte bu sahtelik kalbimize ince bir sızı yerleştirir. Karanlık bir labirentte aydınlık bir çıkış bulmak
çabasındadır o ince sızımız. Daimi açık tek kapıyı ararız içimizin karanlıklarına,
ağrılarına. Hayatın aslında birbiriyle karşılaşıp ters yöne giden iki trenin
karşılaştıkları o anda, göz göze gelişleri kadar olduğunu ilk kez fark ediştir
bu….
Acı, kahredici bir fark ediştir. Baş edilmesi zor. Durup, olduğunuz bu noktadan, olmak istediğiniz noktaya bakarız aradaki fark çok değilse şayet biz bu fark edişle yüzleşir, kendimize yabancılaşmadan kabulleniriniz. Yok değilse… İşte o zaman durum hiç iyi değildir.
O an kayboluşun derin soluğunu hissederiz bütün hücrelerimizde. Öyle kayboluşun korkusunu, sezgisini değil kendinin varlığını. Soyut bir kavram gibi de değil sanki yaşayan bir varlıkmış gibi tam arkamızda elini bize atmak üzereymiş gibi.
Ve ne fena ki bu kayboluş etobur bir hayat tarzı seçmiştir
kendine. İnsanlarla beslenmeyi seven yaklaştıkça yutan, yuttukça daha çok, daha
çok acıkan.
Aklımızın kuyularında bu denli kaybolmuşken, unutulmuşken,
bizi daima unutmayan biri vardır. Bizim bütün inatla onu unutmamıza rağmen, o
bizi unutmadığını belli eder ara sıra. Sevdiğimiz güçlü bir el o derin, küflü
kuyuya uzanır kendi canını acımak pahasına bizi oradan çıkarır. Sebebe muhtaç
olmayan, Bizi o el tarafından kurtarmaya vesile kılmıştır.
“Bahar kışa döner bir gün, gün akşama çıkar sabahlar
sendendir koru beni, sabaha eriştir.
Yıldızlar söner bir gün, dağlar yerinden oynar, gökler senindir koru beni, kapına yetiştir.Gökler dürülür bir gün, yer yerinden oynar her yer senindir koru beni menzile eriştir
Yıldızlar söner bir gün, dağlar yerinden oynar, gökler senindir koru beni, kapına yetiştir.Gökler dürülür bir gün, yer yerinden oynar her yer senindir koru beni menzile eriştir
Kuşlar dağılır bir gün, denizler kaynar ufuklar senindir koru beni ötelere eriştir.
İsmim unutulur bir gün sesim boşlukta çınlar yakınlıklar sendendir, koru beni yakınlığına eriştir.
Defterim açılır bir gün günahlarım çok tutar takdir senindir koru beni affını yetiştir
Sözüm biter bir gün sessizlikler uzar kelam senindir koru beni müjdeni yetiştir.”
Sümeyye.
Niğde
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Düşüş.
Küçücük bir çocuk avmde onlarca insanın içinde intihar etti bugün. Küçücüktü daha. Kimse yetişip tutamadı ellerinden. Tutup yaşamaya, so...
-
Sana bir boyun atkısı gerek. Çünkü kış geldi. Ve sular bir uzun geçmişe hazırlanır. Nerdeyse. Bir çocuk ölür. Bir k...
-
“sonra içime ve hatta dışıma kapandım. küsmek gibi bir şey. bir çeşit gölge fesleğeni. bir çeşit olmayan hayat. zaten hiçbir şeyi karar...
-
Koskoca bir Rus Edebiyatının miladıdır Puşkin. Ve işte parmaklıkların altına konup kalkan bir kartalı ve onunla ruhunun özgürlüğü arasınd...